İnsanoğlu neredeyse varlığının başlangıcından beri sosyalleşme ve toplu yaşam kavramını geliştiriyor.
Mağaralarda başlayan ve köyleşme, kasabalaşma ve ardından şehirleşme ile devam eden kapalı yaşam alanlarının ortasında yer alan bulvar, sokak, cadde ve meydan yaşamları aslında bizlerin alışveriş, pazar alanı, çarşı ve pasaj konseptlerini de geliştirmiştir.
1500’lerde birkaç şehirde ve özellikle de İstanbul’da başlayan kapalı çarşı alanları 400 yıl sonrasında ABD’de 1960’larda alışveriş merkezi olarak farklı birçok esnafın bir araya gelmesini sağlayan yapılara dönüşmüştür. Aslında AVM dünyasının kökü department store olarak tanımlanan büyük ve çok amaçlı tek dev mağaza değildir. Yani Londra Harrod’s veya Paris Galeri Lafayette gibi işletmeler AVM değildir. Organize edilmiş ve belli konforların dahil edildiği, çok esnaflı çarşılara daha çok AVM diyebiliriz. Ülkemizde 1997 ile 2015 yılları arasında çıldıran AVM dünyası ve 400’e yakın AVM ile yaklaşık aylık 110 milyon giriş yapan perakende zincir mağazacılığını gerek yeme içmede gerek ise tekstil ve teknoloji gibi sektörlerde güçlendiren bir lokomotif sektör olmuştur. Bundan iki yıl önce bir yazımda ”Sokak lezzetleri, zanaatkar lezzetler, z nesli ve sosyal medya ile dünya devlerini ve dev zincir markaları kızartan tokatlar bekliyor’’ diye yazmıştım. Bu devler sadece fiyat odaklı ayakta kalabilecek ve ciddi güç kaybına uğrayacaklar demiştim. Nitekim bugün nitelikli ve zanaatkar kahveciler, pizzacılar, hamburgerciler, yaratıcı sokak lezzetleri ve sağlıklı yeme içmeler derken dengeler değişiyor. Lezizlik ve nitelik çağı gastronomide başladı. Bu çağ, genelinde çok emek ve zaman vererek oluşan ürünleri sunan işletmeleri tanımlıyor. Yani bunları hemen zincir haline getirmek zor. AVM’lerde 2018 yılı sonrasında ülkemizde hem ekonomik sebeplerden hem de nesil dönümünden dolayı bir değişim başlamıştı. Yani yaşam merkezi ismi altındaki konseptler enerjisini yitirmeye başladı. Z nesli yeşile, açık havaya, dijital platformda alışverişe, özgüvene, basına olan güvenin azalmasına, sosyal medya yaşamına, lezizlik kriterine, insan ilişkilerine, tarihine ve köküne daha fazla yatkın ve duyarlı bir nesil olunca yön bir kere daha değişti. Danimarka Copenhague da Meat packing sanayi bölgesi, Miami de design district yani Miami’nin depo ve sanayi bölgesi, New York Village ve Soho bölgeleri, Los Angeles’ta Art district yani Los Angeles’ın sanayi ve atölye bölgesi derken tüm bu bölgeler yeni şehir sosyalleşme, sanat, yeme içme ve eğlence merkezlerine dönüşmeye başladı. 1200’lerde kurulmuş sanayi bölgeleri doğal olarak 2020’lerde banliyölerdeki sanayi bölgeleri olmaktan çıkarak şehir merkezindeki bölgeler haline geldiler. Çin başta olmak üzere küresel imalat çağı bizlere bazı üretimlerin rafa kalkmasını ve bazı sanayi bölgelerinin atıl alanlar olmasını da yanında getirdi. Hem de konumları neredeyse şehrin göbeğinde. Bu fiziki ve kültürel doku ve hikâyeye meyilli olan z nesli buralara inanılmaz sempati duydu. Bir grafiti, bir sanat galerisi, resim, müzik, nitelikli yeme içme derken sonuç 2030’ların anahtar kelimesi “URBAN RECREATIONAL SPACES” oldu. Yani şehir eğlence merkezleri. Burada ana konu perakende alışverişi değil. Çünkü bu işler artık dijitale kayıyor. Covid-19 pandemi süreci bu değişimi hızlandırdı. Dijital platformda satış artık çamaşır suyu reklamı verir hale geldi. Bizden alın yarın çamaşır suyunuz kapınızda gibi. Kim 5 litrelik çamaşır suyunun hamaliyesine soyunur? Ver siparişi, para taşıma yok, sıraya girme yok, eve taşıma yok. Zil çalsın aç kapıyı iş bitti. Gömlek, ayakkabı, kemer, eldiven, gözlük, turşu, salatalık istersen organik salatalık ne istersen iste. Dile benden ne dilersen. Sen nitelikli vakit geçir, ye iç, ortam tüket, sohbet et, spor yap, sanat tüket, açık hava tüket, çim tüket, ağaç tüket.. Bu sürecin geri adım atma şansı yok. Amazonlar, Ali Babalar daha da büyüyecekler. Satın alma şansınız olmayan bir diğer kavram ise tarihi olma değeridir. Sermayeniz varsa dünyanın en büyük binasını yapabilirsiniz. En yükseğini, en modernini, en lüksünü… Fakat tarihi bina kavramı sermaye ve parayla gerçekleştiremeyeceğimiz bir kavramdır. Tarihi kavramı yılların getirdiği bir katma değerdir aslında ve bu aynen antika kavramı gibidir. Tarihi binalar veya bölgeler yaratılamazlar ancak atıl olanları hayata kazandırılırlar. Bu küresel tüm genel tüketicilerin bayıldığı ve en çok ziyaret edilen tasarım ve inşai tarzdır. İstanbul’da 2025’lerde hayatımıza Fişekhane(150 yıllık sanayi bölgesi), tersane (100 yıllık sanayi bölgesi) ve belki Haydarpaşa garı gibi yeni bölgeler dahil olacak. Bunun harici tabii ki de tarihi değere sahip olmayan Harbiye açık hava tiyatrosunun yanındaki sosyal parktan tutun da Maltepe sahil parkına kadar ve daha birçok yerde farklı sosyo-ekonomik sınıflara hitap eden, farklı boyut ve fonksiyonlarda şehir eğlence ve sosyalleşme merkezleri oluşacak. Covid bitecek, insanlar bir arada olmanın satın alınamaz bir değer olduğunu anlayacaklar. Bu mekânlarda leziz, hakiki elle yoğurulmuş zanaatkar ekmekler arasında elle çırpılmış soslar ile leziz el basımı hamburgerler tüketeceğiz. Kahve çuvalının hikâyesini ve kavuranın niyetini bildiğimiz hasatlardan öğütülmüş ve sanat ile hazırlanmış kahveler tüketeceğiz. Tereyağlı ve zeytinyağlı nitelikli ve emek ile hazırlanmış unlu mamüller, pizzalar, pastalar tüketeceğiz. Ev yapımı makarnalar, katkısız hatta sahlep bile içermeyen dondurmalar tüketeceğiz. Eğer yatırımcı iseniz hemen heveslenip biz de tarihi doku havasında bir yer yaratalım demeyin. Çünkü z nesli, gerek tüketicisi gerek zanaatkarı sahte dokuları kabullenmiyor. Modern kalın veya tarihi iseniz değerlendirin. Kira değerlerinin düşeceği ve hizmet ve emektarların kazanacağı bu dönem alfa ve beta nesli ile daha da güçlenecektir. Bakalım AVM’ler bu süreçte hangi taktiklerle konumlarını muhafaza edecekler.