Bodrum küçük balıkçı köylerinden oluşan bir yarımadadan turizm cenneti bir yarımadaya dönüştü son birkaç on yılda. Uluslararası hava limanı, tam teşekküllü hastaneleri, 5 yıldızlı onlarca marka oteli, birkaç milyon dolarlık rezidansları sermayeyi ve insanları Bodrum’a çekti. Bu çekimle beraber turizme yatırım yapan sermaye yurt içinden ve yurt dışından ünlü şefleri de Bodrum’a getirdi, birçok otelin içinde özel restoranlar, plajlar, beach’ler açıldı. Salgınla beraber İstanbul’da günlerini kapalı geçiren işletmeler de yazdan ve açık havadan faydalanmak için, normalde yurt dışına tatile giden müşterileri mecburiyetten Bodrum’a gidince kapağı sezonluk olarak Bodrum’a atmaya çalıştılar.
Peki bu gastronomik göç tüketici tarafından karşılık buldu mu? Bu göç ile Bodrum’un kendine has coğrafyası, orada yetişen ürünler, yörenin yemekleri gelişti mi?
Öncelikle tüketici tarafına bakalım. Bodrum’da uzun dönem yaşayanların Bodrum’da kendilerine özel, makul bütçeli gastronomik destinasyonları var. Onlar bu yeni yatırımlarla gelen yeni restoranlara ve tüketim tarzına pek yüz vermediler. Haliyle Bodrum’da ezelden beri kısa sezon bahanesiyle diretilen yüksek fiyatlar yerleşik yaşayan ve göçenler için fazlası ile pahalıydı sıkça tüketmek için. Diğer taraftan Bodrum’a sık sık hafta sonları giden ve Bodrum’da birkaç hafta yaz tatili yapanlar için, özellikle İstanbul tüketicisi için bu yeni gastronomik destinasyonlar bir hayli rağbet gördü. İstanbul’dan tanıdıkları, bildikleri şeflerin veya işletmeleri ziyaret ettiler, tükettiler. Bu işletmelerin menüleri de İstanbul’daki menülerinin adapte edilmiş hali veya yabancı bir mutfağın Bodrum versiyonu. Birkaç işletme yerel malzemeleri ön plana çıkartmaya çalışsa da gelede İstanbul tüketicisinin “comford food” veya sosyalleşme yemeğin kültüründen çok öteye gitmedi menülerin tarzı.
Güney Fransa’da, İtalya’da, Yunan adalarında denizi ve plajları ile meşhur birçok bölge, Çeşme’de ve Urla’da birçok işletme yerellikten yeni bir gastronomik kültür çıkartmayı bildi. Yerel malzemeleri kullanarak, yerel yemekleri menülerine dahil ederek bölgeye has bir gastronomi geliştirdiler. İnsanlar Urla’ya, Güney Fransa’ya sadece tadil değil, aynı zamanda gastronomik seyahat için gitmeye başladılar. Bu akım peşinden yerel küçük işletmeleri de sürükledi. Başarılı işletmelerden feyz alıp, küçük işletmeler servis kalitelerini arttırmaya başladılar ve sonunda bu bölgeler gastronomik bir destinasyon özelliği kazandı.
Bodrum özelinde bakıldığında Urla’dan farklı olarak bölge yerel malzeme konusunda çok zengin değil. Deniz mahsulleri, satsuma , gambilya favası , köy tavuğu, biraz ot derken çok fazla Bodrum’a has malzeme yok. Kabuklu deniz mahsullerinde bile tek bir işletme yıllardır bu ürünleri satıyor. Yaygınlaşmış bir arzı yok görülen. Son dönemde gambilya favası birkaç işletme tarafından sunulmaya başladı. Ama onun dışında en yaygın işletme tipi birbirine çok yakın meze ve balıklar satan meyhane tarzı işletmeler.
İşin garip tarafı Bodrum’da restoranların fiyatlama sistemi. Ne yerseniz yiyin, sanki sezon başında sözleşilmiş gibi kişi başı neredeyse aynı taban ücret alınıyor. Üst fiyatta ise sınır yok.
Sosyalleşmeye ve tatile dayandığı sürece bodrum maalesef gastronomik destinasyondan çok görme görünme destinasyonu olmaya devam edecek. Son yıllarda birkaç işletmenin gösterdiği yerelleşme çabaları da yarımadayı peşinde sürükleyemiyor maalesef. Sadece birbirine benzer balıkçılar ve İstanbul işletmelerinin şubeleri ile Bodrum kendini ulusal ve uluslararası gastronomi dünyasında öne çıkartamaz.